13 Nisan 2010 Salı

Bright Star

"The Piano", "Holy Smoke" filmleri ile tanıdığımız kadın yönetmen Jane Campion'un gişede ve eleştirmenlerin gözünde pek başarılı olamayan "In The Cut"tan sonra uzun metraja geri dönüşünü müjdeleyen bir film "Bright Star", her şeyden önce. Son büyük İngiliz romantik şairi John Keats'in hayatının son dönemine eğilen film, şairin çok erken ölümünü de şairin bağlı bulunduğu akımdan güç alarak ele alıyor. Belki de son dönemin en iyi romantik filmi var karşımızda. Bunu da "The Notebook"un yolundan gidip, romantizmi duygu sömürü aracı olarak kullanmadan, romantizme saygı duruşunda bulunarak yapıyor.

Cannes'da yarışmasına karşın, dağıtım firmalarının Türk filmlerin bolluğundan ve getirisinden etkilenmesi ile vizyonda hakettiği gibi endam gösteremedi film. Bir kaç kez vizyon tarihi değişmesinin üzerine bir de vizyona İstanbul'da sadece bir sinemada oynayarak girebildi. Ankara'ya geldi mi bilmiyorum, geldiyse bile hangi sinemanın oynatabileceğini düşünemiyorum. Senenin en iyi filmlerinden birinin sinema izleyicisi ile buluşamaması çok üzücü.

Favori karakter oyuncularımdan biri olan Paul Schneider'in da kadroda görmem, açıkçası Jane Campion'dan daha çok heyecanlandırdı beni. "All the Real Girls" ve "Lars and the Real Girl" dilmlerinden hatırlabileceğimiz aktör, Keats'in şair yoldaşı Charles Armitage Brown rolünde üstüne düşen görevi fazlasıyla yerine getiriyor. Fanny Brawne'nin gözünden izlediğimiz filmde en az Fanny kadar sinir oluyoruz. Brown'a. Buradaki başarısı aktörün senaryoda kendisine açılan yeri mükemmel şekilde kullanıp karakterini zenginleşmesinde yatıyor. Keats'in ölümünden sonra bile Fanny ile Brown arasındaki gerilimi hissetmeye devam ediyoruz ve hatta Fanny'in tarafını tutmaya.

Paul Schneider'i biraz kayırdım ama filmin en iyisi Fanny karakterinde Abbie Cornish. O kadar doğal bir performans sunuyor ki Fanny gerçek bir insana dönüşüyor gözümüzde. Abartıdan ve gösterişten uzak performansının yanında karakteri zenginleştiren ayrıntıları ile ilerisi için çok büyük umut veriyor. Ben Keats rolünde "Perfume: The Story of a Murderer" filminde etkileyici performans sunan Ben Whiskaw ise inanılmaz bir dönüşüm yaparak, kibar ve romantik bir adama can veriyor. Bu değişim ilgi çekici. Belki Abbie Cornish kadar parlamıyor ama filme gerekli katkıyı sunuyor. Böylesi bir romantik filmde hayati olan kimyaları ise güçlü.

Yönetmen Jane Campion ise performans olarak hala "The Piano" zamanında değil ama "In The Cut" başarısızlığının ardından bu filmde biraz daha ölçülü, zaten şiir gibi olan manzaradan güç alan uzun sekanslara imza atıyor. Bu dingin tercihin hikaye anlatımına oldukça güç veriyor. Ve son olarak filme ismini veren John Keats'in Bright Star şiirini verelim.


Bright star, would I were stedfast as thou art--
Not in lone splendour hung aloft the night
And watching, with eternal lids apart,
Like nature's patient, sleepless Eremite,
The moving waters at their priestlike task
Of pure ablution round earth's human shores,
Or gazing on the new soft-fallen mask
Of snow upon the mountains and the moors--
No--yet still stedfast, still unchangeable,
Pillow'd upon my fair love's ripening breast,
To feel for ever its soft fall and swell,
Awake for ever in a sweet unrest,
Still, still to hear her tender-taken breath,
And so live ever--or else swoon to death.

1 yorum: